günaydınlar, nasılsınlar, teşekkür ederimler... her gün yüzlerce sahte selamlaşma, sahte gülümseme, yalancı hüzün. ne kadar da anlayışlısınız dinlerken, ne kadarda hassassınız diziniz başlamadan önce gözünüzün ucuyla dokunduğunuz haber bültenlerini izlerken... çoktan bırakmıştım saymayı, çoktan bırakmıştım sorgulamayı. oyunun bir parçası olmak daha kolaydı. çokta başarılıydım doğrusu. "ne kadar aptalsan o kadar mutlusundur." cümlelerime büyük harfle başlamaya bile cesaretim yok şimdi.
aynanın karşısındayım. yarı çıplak duruyorum. gözlerimin içine bakmaya çalışıyorum, beceremiyorum. kendimden bile kaçırıyorum gözlerimi. gördüğümden hoşnut değilim. gözlerimin altı çökmüş, o "temiz yüzlü çocuk" çoktan gitmiş. yorgun bir adamla karşı karşıyayım şimdi. her an patlamaya hazır öfkemi bastırmak çok yoruyor beni. dışarıdan gördükleri, iltifatlar ettikleri sakin kişi değilim aslında. bilmiyorlar. bazen göz göze geliyoruz onlarla. acaba görebilecekler mi diye bekliyorum, göremiyorlar. görmek için gözlerini kapatmalı, duymak için kulaklarını tıkamalılar.
her gece cilaladığım, o özel ve güzel kutusunda sakladığım maskem bir yavru kedinin patisiyle paramparça oldu şimdi. sağlamdı aslında ama darbe beklemediğim bir yerden geldi. ne çabuk yıkıldım böyle? oysaki hayat en sıradan oyununu oynadı: sağ gösterip sol vurdu. hemen kandım, kanmak istemiştim çünkü. kendimi koruyamadım, aptallık yaptım, hak ettim bunu...
kullanmayı bir türlü öğrenemediğim bir silah olarak kuşandığım gülmelerim her yanımı kesik içinde bırakmış. kanıyorum... kanıyorum... siyah renkli mürekkep akıyor damarlarımdan. her yer kan içinde kaldı. insanı kendine getiren o acının eşsiz hazzı... kendim bile unutmuşum nasıl biri olduğumu, nereden geldiğimi. o kadar uzun zamandır takıyormuşum ki maskemi -hiç eğreti durmamış demek ki- ben bile inanmışım. bilmiyorlar... kişisel dipsiz kuyumun ortasına gerilmiş bir ipte beceriksiz bir cambaz gibi dengemi sağlamaya çalışıyorum. bazen deniyorlar beni. nazik parmaklarıyla dokunuveriyorlar sonrada güvenli olacaklarını düşündükleri bir mesafeye gerileyip bekliyorlar düşüp düşmeyeceğimi görmek için. oysa ki eğer düşersem yalnız inmeyeceğimi, kendilerinide o dipsiz kuyuya çekeceğimin farkında değiller.
bilmiyorlar... ama çok yaklaştılar... bilecekler...
korkuyorum...