31 Mart 2013 Pazar

bir karga ile konuştum



bir karga ile konuştum. [1]

daha öncede yağmurlar ve cumartesi ile konuşmuştum. pek abartılacak bir durum olmadığını söylemek zorundayım zira genelde tek taraflı bir sohbet oluyor.

kapıdan çıkınca soğuğu iliklerimde hissettim. o günlerdendi işte bilirsiniz. tüm deliller yağmur yağacağını gösterdiği halde tekrar yukarıya eve çıkıp şemsiyenizi almayarak iki saatlik yolculuk boyunca ıslanmayı riskini göze aldığınız günlerden. [2]

"*aaaak" diye çığırdığını duydum önce. sokağın hemen başında karşılıklı olarak başlatılmış iki apartman inşaatı [3] yüzünden yıkılmış ağacına konamadığı için sinirlenmişti sanırım. her zaman ki siyah takım elbisesini giymiş çöp konteynırı [4] üzerinde basıyordu gamatayı. yeterince yüksekte olamadığı içinde rahatsızlık duyduğu belliydi. kocaman bir gagası vardı.

"günaydın." dedim. üzerine alınmaması imkansızdı çünkü başka kimsecikler yoktu sokakta. neden olsunlar ki? hava kapalı, soğuk, yağmur yağdı yağacak... yok yok, bende farkındayım tabi ki var birileri. çöpçüler vardır, tezgahlarını kuran pazarcılar vardır, vakitgeldiamadavetvukubulmadısabahnamazındançıktıktansonraşöylebirdolanayımcı dedeler vardır. mahallenin horozu var mesela erkende ötse geçte ötse başı nicedir yerinde. birde gölü denize bağlayan su yolunun üzerine kurulmuş köprünün altındaki tinerci çocuklar oradadır şimdi. üşüyorlardır ama soğuktan değil, görünmez olmaktan. biliyorum çünkü görünmez olmuştum bir keresinde. boğazına düğümlenmiş sözlerle anlamsız çığlıklar arasında bir kokusu, öfke ile pısırıklık arası bir rengi ve bebek pembesine yakın bir sesi vardır. karşılıksız aşk yaşayanlar anlamıştır dediğimi veya gurbette olanlar... [5]

"açıkça belli olan şeyleri kendiniz keşfetmiş gibi söylemeyi çok seversiniz." diye cevap verdi. "evet, bir gün ve aydınlık..." [6]

nasıl şaşırdığımı anlatamam. bu kadar uzun bir cümle beklemiyordum doğrusu.

"ne oldu şaşırdın?"

"evet. bu kadar uzun bir cümle beklemiyordum doğrusu. ne de olsa bir martı değilsin."

"oohh evet. kesinlikle değilim. rengimin samimiyeti bile bunu ispatlamaya yeterdi. kaldı ki hiçbir şey ispatlamak zorunda da değilim. eğer bir kıyas yapılacak olsaydı bu martılarla değil, leyleklerle yapılmalıydı. ne de olsa bizi zıt karakterler olarak tanıtmak için birbirinize her türlü hikayeyi anlattınız."

"öyle mi yaptık?"

"tabi ki öyle yaptınız. onlar beyaz biz siyahız, onlar yeni doğanın çatısına tüner biz ölenin, onlar sessizdir biz gürültücü, onlar uzundur biz kısa, onlar saftır biz zeki, onlar biraz daha uzun yaşarlar biz ise sanılanın aksine kısa vesaire vesaire..."

"sizlerin ikiyüz yıl kadar yaşadığınızı sanıyordum."

"hayır, o kadar yaşamıyoruz. ortalama 13-15 yıl kadar bir ömrümüz vardır. bu söylentilerin bizim ortak hafıza yetilerimizden, mitolojik hikayelerden ve kötü bir komedyenin şakalarının yayılmasından kaynaklandığını sanıyorum. Yine de bu kısa ömrümüzde ademoğlu'na en ihtiyacı olduğu zamanda en ihtiyacı olduğu şeylerden birini ulaştırmaya vesile olabildik. leylekler bunu yapamadı, yapabileceklerinide sanmıyorum. körleşmiş insanlar mucizeler çağının kapandığını sanıyorlar ama o apayrı bir mevzu." [7]

"ben tam çıkartamadım ama hak diye çığırırmışsınız, öyle mi?"

"değil. işinize geldiği gibi anlayıp onları işaretlere çevirmeyi pek sık yaparsınız. biz *aak diye çığırırız."

"gaak mı yani ya da kraak?"

"hayır *aak!"

"neyse belli ki telaffuz edemeyeceğim. daha fazla zorlamayayım en iyisi."

"yerinde bir karar."

"adın nedir?"

"olric."

"gerçekten mi? pek yabancı gelmedi bu isim bana. meşhur iskandinav korsanlarından mıydı bu?"

"olmasını çok isterdin değil mi? anlatacak bir hikayen olurdu. hayır adım olric değil. olsaydı bile olmadığını söylerdim. gerçek adımı telaffuz edebileceğini sanmıyorum doğrusu."

"bir deneseydik."

"gerek yok ki daha gak mı diyorum hak mı anlamıyorsun. oysa ki sadece *ak diyorum."

"doğrusun."

"tabi ki doğruyum. ben bir kargayım ve leşçi bir familyanın üyesiyim. akbabalar kadar olmasakta toplum tarafından daha dibe vurulacak bir tarafımız olmadığına göre neden kaybedecek bir şeyimiz yokken kazanabilecek çok şeyimiz varmış gibi doğruyu riske atalım? atsakta insanlar bunu önemser miydi? bizler kafeslere tıkıp, o ihtiyacınız olduğu için değil ama sadece başkalarına göstermek için saatlerce günlerce dolaşıpta özene bezene satın aldığınız mobilyalarınızı tamamlamak için sergileyebileceğiniz kuşlardan değiliz? aynaya baktığımızda kendimizi başkası sanmayız ve de -anlamış olduğun üzere yapamayacağımızdan değil ama- her söylediğinizi tekrarlamak gibi anlamsız yalakalık gösterilere girmeyiz. ilginçtir ki bu konunun istisnası kedilerdir. bu onlardan hoşlandığım anlamına gelmemeli ancak kabul etmeliyim ki uçamayan bir varlık olarak pek dik bir duruşları vardır. bazen doğruculukla kabalık arasındaki o ince sınırını aşıyor gibi görünebiliriz ki bu da meselenin özünden değil ama üslup farklılıklarından kaynaklanır bilesin. o yüzden sen bana tanımlayıcı bir şekilde ortakhafızageleneğinihalaönemseyenlaleburcurahatsızlıklarınıdabirkayıpolarakgörmeyenizbesofralarınsırsürükleyiciscorvus diyebilirsin.” [8]

"karışık ve gereksiz derecede uzun oldu bu. sadece kargaya ne dersin?"

"oda olur ama büyük k ile başlasın."

"büyük harflerimi kaybettim ben. tek bir tane kaldı O'da k değil."

"böyle şeylerin olduğunu daha öncede görmüştüm. o halde şöyle bir anlaşma yapalım: sana beni küçük k harfiyle başlayan karga diye çağırma izni veriyorum ama fakat sende büyük harflerini bulunca büyük k'yı yerine iade edeceksin. sessizce ve hüzünlü bir itina ile... söz mü?"

"söz!"

"anlaştık o halde. unutma ortalama ömrümüz sanıldığının aksine kısa olabilir ama ortak hafızamız, ben öldükten sonra ve belkide bu çöp konteynırında şehir çöplüğüne döküldükten sonra ve fareler ve böcekler ve belkide kardeşlerim evet evet kardeşlerim leşimi kemirip bitirdikten sonra ve benden geriye hiçbir şey kalmadıktan sonra bile senin bir söz verdiğini bilecektir. kargalar arasında sözünü tutmayan biri olarak anılırsın, yerilirsin ve küçük görülürsün. inan bana bunu yaşamak istemezsin! istersek baykuşlardan daha kötü olabiliriz!" [9]

"ama sen ölünce ve arkasından bir sürü bir sürü bir şeyler olunca sözümün bir geçerliliği kalır mı ki?"

"aahhh... o kadar tipik bir insansın ki. bir söz verdiğinde bunun seninle -örneğin- benim aramda olup biteceği yanılgısını taşıyorsun. hayır çocuğum hayır... bu daha çok kendinle ve "söz" ile aranda olan bir şeydir aslında. örnekteki ben sadece sonuçtan artı değer sağlayacak bir yutan elemanım. şöyle ki eğer sözünü tutarsan -dürüst olmak gerekirse- pekte birşey olmayacak ama tutmazsan neler olacağı hakkında bilgiyi biraz önce edindin. kişisel sanrısal ve tanrısal çalkantılarını saymıyorum bile. unutma 'başlangıçta söz vardı!' [10] "

"bir dakika bir dakika ortakhafızageleneğinihalaönemseyenlaleburcurahatsızlıklarınıdabirkayıpolarakgörmeyenizbesofralarınsırsürükleyiciscorvus -sanırım anlaşmayı tamamlamadığımızı gösterebilmek için sana şimdilik bu şekilde hitap etmeliyim- bu bilgi/hatırlatma herşeyi değiştirir. karşılığında bende bir şey isterim!"

"bu durumda teknik olarak iki şey istemiş olursun ama merakımı celbettin. benden başka ne isteyebilirsin ki?"

"gerçek ismini bilmek istiyorum!"

"o kadar ortak hafıza bilgisi ve yaşam tecrübesi... heyhat siz insanların bu kadar ağır yüklerin altına bu kadar kolay girmenize, bu kadar büyük sorumlulukları üstlenmenize acısam mı yoksa hayranlık mı duysam bilemiyorum! sanırım eşref-i mahlukat olmanın ince yolları buralardan geçiyor. sırf bu ikilemde bir kez daha kalmanın şerefine senin adına tehlikeli bir iş yapıyorum ve teklifini kabul ediyorum!”

"biliyor musun gitmek zorundayım. işe geç kaldım."

"tabi ki gitmek zorundasın ve bunu benim bilip bilmemem bu gerçeği hiçbir zaman değiştirmedi, değiştirmeyecek, değiştirmez. sürekli gitmek zorundasınız ve düşündüğünde gelmeleriniz bile bir bakıma gitmelerinizdir. beyaz tavşan seni beklerken bile gitmek zorundaydın. zaten oda gitmek zorundaydı. pek bir kaybın olmadı aslına bakarsan."

"neden beni bu kadar zorluyorsun sanki? beyaz tavşan beni mi beklemişti?"

"evet, hemde iki kere."

"nerede beklemişti?"

"nerede beklediğini bilemem. tavşan değilim ben, beyaz bile değilim! ama çeşitli zamanlarda çeşitli yerlerde beklemiştir o. hatta bazen aynı anda bir kaç yerde bile beklemiş bile olabilir. sen ona gittin mi ki?"

"hayır, aslına bakarsan gitmedim. üzgünüm :("

"gitmediysen bekleme zamanını ve yerini sorgulamanın zaten anlamı yok. yinede dert etme, eğer gidersen hala beklediğini görebilirsin. göremezsende bu beklemiyor olduğu anlamına gelmez. yeter ki sen hazır ol. don kişot takip etmişti onu. iyi adamdı don kişot, mutlu öldü (sanırım). ölümü çok kişiyi hüzne boğdu. en çokta sanço panza'yı. bir tek cervantes üzülmedi. yüzünde bir sırıtma ile ellerini oğuşturdu. ama geçti hepsi bir süre sonra. hep geçer. üzerini örtmenin bir yolunu bulursun. oradaki diken hep acıtır ama alışırsın bir süre sonra, sonra aldırmamaya sonra da hatırlamamaya başlarsın. aklına getirmedikleri sürece acımaz."

"don kişot gerçek biri miydi?"

"don kişot biri değildi. bir çok kişinin bazı yerlerinin birleşimiydi. fakat bu onu daha az gerçek yapmaz elbette."

"sen gerçek misin?"

"buna sen karar ver."

"geçen akşam işten eve dönüyordum,karanlık metrobüsün bir yerlerinden geliyordu müzik sesi. eski bir dost selamıydı gitarın ağlaması. kulak kesildim; november rain... birbirimizin etrafında dolanıyoruz ama bir türlü yollarımız kesişmiyor aşk ile. bazen ben umursamıyorum bazen o yüz vermiyor. hep başka yerlere verilmiş sözlerimiz var. karanlığın ortasında bir kadın var, bir duman gibi... ne zaman uzanmaya kalksam dağılıveriyor. kısa zamanda çok şey öğretti bana. bir yerlerde kalemlerimin kağıtlarımın olduğunu hatırlattı. şimdi aynaların ötesini görebiliyorum. gördüğümden hoşlanmıyorum ama gerçeğin değeri paha biçilemez. etrafıma bakıyorum başkaları çok kolay ulaşabiliyor gibi geliyor bana. sorunum ne benim? ne kadarda sakarım! etraftaki bir liracılardan alınma vazoları kollarken kalbini kırıyorum insanların. karga sen gerçek misin?

"buna sen karar ver."

"bir adam vardı soluk tenli, hastalıklı gibi... darmadağınık kapkara saçları vardı. baştan aşağı siyah giymiş gözlerinde yıldızlar patlıyor. o adam gözüme kum atıp kaçıyordu bir zamanlar. dur demeye kalmadan -o bahsettiğim karanlık var ya- ona karışıp gözden kayboluyordu. o kadının içinden geçiyordu. bütün yollar o kadına çıkıyordu. o adam karanlık oluyordu. nicedir oda görünmüyor ortalıkta. bazen bir parıltı görüyorum, gözleridir diye oraya yöneliyorum, sarsıyor bir el beni 'son durağa geldik arkadaşım!' öyle mi, ne kadarda çabuk. oysa daha otuzbeş bile olmadım! kandırdın beni cahit sıtkı hemde çok fena kandırdın! oysa yarın bir sürü yapacak işim vardı. yarından sonraki gün neler yapacağımın bir listesini yazacaktım mesela. en başına da ondan sonraki gün yapacaklarımın listesini yazmayı koyacaktım. belkide basitlik en büyük gerçekliktir, belkide uyku tüm sorularımıza cevap olur diyorum. bir bakıyorum sabah olmuş, bedenimle birlikte acılarımda tazelenmiş, tekrar aynı günü yaşamaya başlıyorum. işyerinde zaman bir türlü geçmek bilmezken biri bana otuzbeş yılın nasıl geçtiğini açıklasın lütfen! karga sen gerçek misin?"

"buna sen karar ver."

"bazen plaza insanlarına anlatma çabasına giriyorum bunları. bir elleri çenelerinde, başları hafif yana eğik, tüm vücutları bana dönük dinliyorlar (iletişim seminerlerinde öğretirler bunları ya) hmmm... evet... tabi ki... demek gözlerinde yıldızlar... diye mırıldanıyorlar sonra akıl vereyim derlerken götlerinden konuşmaya başlıyorlar. aman yanlış anlama ne olur! aşağılamak için söylemiyorum bunu ama midesiyle düşünenler ancak götleriyle konuşabilirler. biyolojik bir gerçeklik bu. belgelerim yok ama şahitlerim var. soruyorum nedir bu haliniz diye. el-cevab: ne yapalım ekmek parası... siz ekmeği nereden alıyorsunuz kardeşim? içine ne katıyorsunuz? değirmeninizde bunca insanı öğütmeye değer mi? diye soramıyorum öyle diyorum geçiyorum. hep birlikte bir asansör esprisine gülüyoruz ve gün bitiyor. şiirler geliyor aklıma, duaya başlıyorum: lütfen yine olmasın oralara geri dönemem...  karga sen gerçek misin?"

"buna sen karar ver."

"tekrar görüşecek miyiz?"

"buna da sen karar ver."

“gitmeliyim karga gitmeliyim. önce işe gitmeliyim sonra da çoook uzaklara gitmeliyim. yepyeni bir lisan ile yepyeni bir isim ile yarım kalmış bir hayatı teslim almalıyım. ama dünya küçük, olurda bir tanıdıkla karşılaşırsam hicret ettim demeliyim ki beni adam sansınlar. kararımı sana sonra bildireceğim. haberi bir salyangoz ulaştıracak sana. kabuğunu didikleyip iyice aklına kazıyacaksın her kelimemi ve senden diğerlerine yayılacak cümlem bir efsane gibi ortak hafızanız sayesinde. kapanışı şöyle yaparsam sanırım ödeşmiş oluruz: şu anda sana güzel bir söz söyleyebilmek için onbin kitap okumuş olmayı isterdim. gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden içim rahat etmeyecek: seni tanıdığıma çok sevindim kendi çapımda.” [11]

“ha ha ha! pek ince değil ama zekice olduğunu kabul edeceğim ve hatta sinsice. o kadar alçak gönüllülüğe sahibim.”

"sana bir şey itiraf edeyim mi?"

"etme desem bu seni durdurur muydu?"

"sanırım durdurmazdı."

"et o vakit."

"büyük harflerimi bulmak istediğimi sanmıyorum."

"zorlu bir hayat seni bekliyor o halde sevgili dostum ama hangi hayat zorsuz ki zaten! seni selamlıyorum, yolun ve gönlün açık olsun. *aaaaaaaaaaakkkk!"

" :) " [12]  ve uçarak oradan ayrıldım. amin.



neydi ki şimdi bu?
sanırım mart ayının bir günüydü
ve yıllardan da 34'tü



dipnotlar, itiraflar ve diğer sayıklamalar:

[1] bir karga ile konuşmanın mümkünlüğü hakkında başlı başına yapılmış bir araştırmanın sonuç belgelerine sahip olmamakla birlikte böyle bir potansiyelleri olabileceği konusunda elimdeki görsel, işitsel ve yazınsal medya çıktıları bana yeterli görünmektedir. kaldı ki hz. süleyman'ın kuş dilini bildiğinin çok sağlam kaynaklar tarafından aktarılıyor oluşu, hüdhüd'ün kargagillerden olabileceği rivayetlerinin işime gelmesi ve edebi hayatın geçtiği paralel hayalcilikte somut deliller gerekmiyor oluşu konuyu gereğinden fazla irdeleme zahmetine girmemi gerektirmemiştir. metnin yazarı olarak tümüyle ve şiddetle reddetmeme karşın, metin boyunca irdelenebilecek allegorik çıkarsamalar tamamen okuyucunun kendi sorumluluğundadır. yalnız, kargaların zekalarının maymunlar ve yunuslar ile kıyaslanması hükumete bu çağrıyı yapmamı zorunlu kılmıştır. buradan kendilerine sesleniyorum: Bu maymunlar ve yunuslar bulunsun, kafeslere kapatılsın, üzerlerinde olmadık deneyler yapılsın, kafalarına elektrik verilsin ve bu yüzden öldüklerinde de beyinleri küçük parçalara ayrılsın, tüm bunlar yapılırken insanlığın ilerlemesi adına yapılan her türlü zulmün mübah olduğuna dair demeçler verilsin, sonuçta hiç bir şey bulunamasın, yaşam zinciri koparıldığı yerde bırakılsın, herşey örtbas edilsin, unutulsun, unutturulsun, vatan sağolsun!


[2] yani bir perşembe.



[3] inşaat



[4] çöp konteynırları



[5] işte köprü altı ve üşüyen tinerci çocuklar. "göremiyorsanız dert etmeyin." demeyeceğim, "bu tamamen sizin suçunuz! onlar orada siz neredesiniz?" diye de sormayacağım. yeterince sorum var zaten, birde sizin cevaplarınızla uğraşamayacağım.




[6] öyleydi gerçektende.





[7] kur'an-ı kerim, maide suresi, 31nci ayet.

[8] harflerin bu şekilde yanyana dizilişinden olağanüstü bir anlam çıkarmanın alemi yok sevgili okur. ancak metnin başlarında da referans verilen isim ile bağlantısını keşfettiğim bu isimler tamlaması, karga'nın -belkide kendilerinin sıklıkla edebiyat evreninde kullanılmaları üzerine- bir çeşit takıntı geliştirmiş olabileceği algısı oluşturdu bende. okuduğunuz metin ve referans edilen metnin kutsal sayılamayacak kadar genç olması dolayısıyla (kimi çevrelerden aksi yönde gelebilecek tepkilerin farkında olduğumu belirtmek isterim.) çözümleme sırasında tefsir usüllerinin işe yaramayacağını anlamış durumdayım. yine de "işaret" yöntemi ile edilebilecek bir kaç müsbet sonuç çıkarılması pek tabi ki mümkündür. karga'nın bu takıntılı durumu birkaç önemli soruyuda gündeme getirmiş olmakta: I. dahilik ile delilik arasındaki bulanık çizgiye tecavüz sıklığını kanıksamaya mı başladık? II. eğer cogito ergo sum ise düşünen bir adamı düşünüyor olmak o adamı var eder mi, bu durum kargalar için de geçerli midir? ki o halde tüm bunların bir rüya olmasını talep ediyorum? III. yeni tanışılmış bir karganın sözüne ne kadar itimat edilebilir? IV. sorun bende mi?


[9] baykuş denince aklıma hep harry potter geliyor. harry potter gelincede ged geliyor. iki resim arasındaki benzerlikleri siz bulun.

[10] yuhanna incili, birinci bölüm

[11] aslında konuşmanın ilerleyişi beni bu alıntıyı yapmaya mecbur etti. böylece kargadan ufacık bir intikam almış olmanın tatlı hazzını yaşamış oldum. akışa uygun olmasaydı bunun yerine selim'den bir alıntı yapardım. ne de olsa referans verilen metnin kahramanı o. benden bir sıralama isteyecek olsaydınız (ki istemediğiniz halde bunu yapacağım) ilk sırada tabi ki selim olurdu. selim olmasaydı olric olmazdı ve olric olmasaydı turgut olmazdı ve turgut olmasaydı da oğuz olmazdı. belkide oğuz gerçekte yoktu. o kadarını düşünmedim, düşlemedim, düşüneceğimide düşleyeceğimide sanmıyorum. bazı şeylerden kontrolü kaybetmeden vazgeçmek iyidir. durumun sıkıcı bir hal aldığının farkındayım. o mahrem, kendinize özgü sandığınız alanlarda sorumsuzca gezinip beğenmediğiniz yorumlar yapmam, kutsal saymaya az kaldığınız isimleri ciddiyetsizce sıralamam zorunuza gidiyor biliyorum. birazdan hepsi geçecek ve size iyi uykular dileyeceğim. işte bu da alıntım çünkü insan en çok kendisini acınmaya layık görür.

ne yazık ki onlar duygulu çekingenliği korkaklık, samimiyeti yaltaklanma ve yardımı bir baskı sayarlar.
ne yazık ki onlar kendilerine açılan saf bir kalbi zaaflarından istifade edilecek, istismar edilecek bir akılsız sayarlar.

[12] artık bu işaretleri sözlüklere koysunlar.




iyi uykular...

26 Mart 2013 Salı

cumartesi

"bugün cumartesi mi?"

"hayır, salı. niye ki?"

"yağmur yağıyor."

"nasıl yani?"

"hiç..."


13 Mart 2013 Çarşamba

kuyu


gri bir gecenin şafağında
önüme bakmadan koşuyordum,
kör bir kuyuya düştüm.
yusuf oradaydı 
ama bir ders çıkarmam için daha çok erkendi.

çocuk gözleriyle tuttu elimden,
öyle sıcak, öyle kendimden....
kendimi bıraktım, yusuf'u da çıkaramadım
çünkü o;
başka zamanların,
başka adamların,
yüksek imanların imamıydı.
gömleğim paramparça
tek bir büyük harfim kaldı sığındığım.

söyle yusuf söyle
nasıl bağışladın kardeşlerini?
ama en çokta bunun için kendini
yoksa... yoksa bu yüzden mi seçti seni güzelliğin sahibi?
kanlı bir gömlek bile olamadım,
yaralarım hala ıslak.

ne zaman düşürmüştüm saatimi kolumdan?
ki on yılımı aldı bulmak.
bulduğum yerde ardıma bakmadan bırakmak?
şimdi yorgunluğu düşük omuzlarından okunan bir adamla aynı yüzü paylaşıyorum.
saflık mı bu yaptığım hala?
inandırmaya çalışmak kendimi insanlığa...
dört yaşındaki güzel bir çocuğun samimi gülüşündeydi ödülüm.
benim için dua eden biri kalmış mıdır acaba?

bakmayın yaptıklarıma,
takılmayın yazdıklarıma.
bir şair kadar cüretkar olamam,
bir büyücü kadar maharetli değilim,
göz bağcılığıdır yaptığım.
kelimeleri cilalar,
parlayınca önünüze sunarım.

dediler ki; her son yeni bir başlangıçtır aslında.
o halde bitiriyorum herşeyi sil baştan, mart ayının keskin bir akşamında
rahman ve rahim olan'ın adıyla...